‘Güven’ ‘değer’ yaratır mı? Evet yaratır. ‘Nasıl?’ Gelin birlikte düşünelim!
Bankacılık konusunda ders verirken öğrencilerime ya da dinleyicilerime ilk sorduğum soru şudur: “Bankacılık ne işidir?” Cevaplar neredeyse her zaman “Bankacılığın para işi olduğu” yönündedir. Bu cevabı yanlış saymasam da doğru da saymam. Bu defa dinleyiciler sorarlar: “O halde bankacılık ne işidir?” Bunun üzerine kendilerine “Bankacılık bilgi işidir. Kredibilite bilgisi işidir. Kredibilitenin tahlili işidir. Çünkü bankacılık GÜVEN işidir” derim. Arkasından da kendilerine ‘güven’ kavramının ne kadar önemli olduğunu; Latince’de ‘cred’ kelimesinin ‘güven’ anlamına geldiğini, bugün pek çok başka dilde olduğu gibi Türkçe’de de kullanılan ‘kredi’ ve ‘kredibilite’ kelimelerinin ‘cred’ kelimesine dayandığını anlatırım.
Güven ticaret hayatının her alanında çok büyük önem taşır. Üstelik bununla da sınırlı değildir güvenin önemi. Güven insanlar arası akla gelebilecek her türlü ilişkide emsalsiz ölçüde önemlidir.
Güven sözünü tutmaktır. Örneğin ‘para’ ya da ‘senet’ işin özüne inildiğinde ‘söz vermekten’ başka bir şey değildir. Dolayısıyla yazının başlığına dönersek: Evet, güven değer yaratır! Güvensizlik ise potansiyel değer yaratma imkânlarını bitirir.
Japon asıllı bir Amerikalı akademisyen Fukuyama toplumları ‘güven toplumları’ ve ‘güven toplumu olmayanlar’ gibi iki kaba gruba ayırıyor. Ona göre, örneğin Amerika Birleşik Devletleri, İngiltere ile Kanada, Avustralya ve Yeni Zelanda gibi anadili İngilizce olan diğer Anglosakson ülkeleri ve Almanya, Hollanda ile İskandinav ülkeleri gibi ülkeler ‘güven toplumları’ iken; Fransa, İtalya, İspanya gibi Akdeniz havzası ülkeleriyle Uzak Doğu ülkeleri ‘güven toplumu olmayan ülkeler’ grubuna dâhiller.
Fukuyama bu savını ispatlamak için bu ülkelerdeki sermaye birikim süreçlerini örnek gösteriyor ve güven toplumlarında çok ortaklı sermaye şirketlerinin çok eski tarihlerde kurulabildiğini; bu ülkelerde sermaye piyasalarının çok eski tarihlerden bu yana büyük gelişme gösterdiğini; buna karşılık karşı gruptaki ülkelerde büyük şirketlerin ya devlet eliyle kurulduğunu ya da büyük aile şirketleri biçiminde örgütlendiklerini ileri sürüyor. Bu iddia elbette tartışılabilir. Yine de ban ikna edici görünüyor. Örneğin, Türkiye’nin durumu Fukuyama tarafından özellikle ele alınmış olmasa da bu yaklaşıma uygun görünüyor. Ülkenin en büyük şirketleri arasında zamanında devlet eliyle kurulup KİT (kamu iktisadi teşebbüsü veya teşekkülü) olarak hayatına başlamış olanlar hayli belirgin. Bu tartışma ne kadar uzar bilemem ama sanırım belirgin olan şu ki Türk toplumunu oluşturan bireyler birbirlerine yeterince güvenmiyorlar ya da güven vermiyorlar.
Bu durumu kavramak için sadece ticari konular çevresinde dolanıp durmaya da gerek yok üstelik. Gündelik hayatımızın sağlayabileceği o kadar çok örnek var ki siz bu satırları okurken aklınıza onlarcasının geldiğini tahmin etmem zor değil. Trafikte araba kullanırken niçin bu kadar sinirleniyoruz sizce? Bizim kadar korna çalan kaç toplum var acaba – en azından sanayileşmiş Batı ülkelerinde? Bankalarda ve benzeri diğer kurum ve kuruluşta ‘kuyruk-matik’ de diyebileceğimiz ‘sıra numarası alma’ makinelerinin kullanımına kadar yaşananları hatırlar mısınız?
Anlaşılan o ki biz maalesef bir ‘güven toplumu’ değiliz ve bunun en büyük sakıncası da ‘organize olamamak’ biçiminde belirginleşiyor. İnsan toplumu değer yaratırken organize olmak zorunda. Dolayısıyla karşınızdakine güvenebilmeniz daha büyük değer yaratabilmeniz bakımından önem taşıyor. Biliyorum; bütün toplumlarda hakimler, avukatlar ve mahkemeler var. Eğer tüm insanlar sözlerini tutsalardı bu meslek gruplarına bu ölçüde ihtiyaç duyulmazdı. Sanırım bizde mahkemelere duyulan ihtiyaç – diyelim – sanayileşmiş Batılı ülkelerdekinden daha fazla. Bu süreçlerde harcanan zaman, ‘yaratılamayan değer’ daha fazla.
Bu kapsamda anayasa konusu da belki akla gelmesi gereken hususlardan. Malum; bizde anayasa tartışması hiç bitmemiştir. Oysa hep söylenir ya İnglitere’nin yazılı bir anayasası yoktur bile. Yaklaşık altı yıl yaşadığım İngilitere’de anayasa konusunun tartışıldığını hiç duymadım. Bizim sadece bu tartışmalar esnasında kaybettiğimiz zaman ve enerjinin boyutları üzerinde düşünmeyi size bırakıyorum.
Sadede gelelim: Güven değer yaratır! Hem de çok.
Bu yazı ilk kez Ostim Gazetesi’nin Ağustos 2014 sayısının 16. sayfasında yayınlanmıştır.