Elimin altında iki kitap var: İlki ‘İsrail’in Ekonomik Mucizesinin Öyküsü’ (Yazarlar: Dan Senor ve Saul Singer, Yayıncı: Doğan Kitap). İkincisi ‘Yaratıcı Sınıf Adres Değiştiriyor’ (Yazarı: Richard Florida, Yayıncı: MediaCat).
İlk kitapta, çölün ortasında ve kendisini çevreleyen bütün komşularının düşmanlığına rağmen, 1948’de kurulan İsrail’in bu kadar kısa zamanda nasıl böylesine rekabetçi teknoloji şirketleri yaratabildiği araştırılıyor. İkinci kitapta ise teknoloji ve yenilik üreten ve kabaca dünya nüfusu içinde 150 milyon kişiden oluşan “yaratıcı sınıfın” bugüne kadar en çok tercih ettiği ülke olan Amerika Birleşik Devletleri’ni niçin eskisi kadar çekici bulmadığı anlatılıyor.
Her iki kitabın ortak noktası “yaratıcılık” kavramına yaptıkları vurgu: İsrail ekonomi ve teknoloji kulvarlarında başarıyla ilerliyor; çünkü yaratıcılığı, girişimciliği, kendine güveni besleyen bir çevre yaratabilmiş durumda. Öte yandan, ABD’ni bir süper güç hâline getiren yığınla sebep arasındaki en önemlilerinden biri bu ülkenin şimdiye kadar dünyanın her yanından en yetenekli, en çalışkan ve daha da önemlisi en yaratıcı insanları kendi topraklarına çekebilmiş olması.
Şimdi gelelim bu yazının başındaki soruya: Rekabet gücü nasıl artar? Bu soruyu hem her Türk firması hem de Türkiye’de ekonomi ile ilişkili alanlarda sorumluluk üstlenen siyasetçiler, bürokratlar ve toplum önderleri kendilerine sormak ve cevaplamak zorundalar. Ve soruya cevap aranırken andığımız iki kitaptaki “yaratıcılık” vurgusuna da mutlaka yer vermeliler: Türkiye yaratıcılığa ne kadar önem veriyor? Türkiye’de okullarda ve üniversitelerde yaratıcılık (ve girişimcilik) ne kadar önemseniyor? Türkiye’de siyasetçiler ve bürokratlar yaratıcılığı özendiren veya yeşerten bir atmosfer yaratma gayreti içindeler mi? Öyle iseler ne ölçüde başarılılar? Bu sorular uzayıp gider… Benzer soruları firmalar açısından cevaplanmak üzere de sorabiliriz.
Şimdi burada durup düşünelim: Çoğunlukla kurumlardan (örneğin, devlet kurumları ya da firmalardan) söz ederken bunlar sanki bağımsız canlı organizmalarmış gibi konuşuyoruz. Oysa kurumlar insanlardan oluşuyor ve her birinin en tepesinde “sadece bir kişi” var. Belki o kişilerden biri de sizsiniz. Büyük ihtimalle bir firmanın üst düzey yöneticisisiniz. O halde lûtfen kendinize sorun: Yönetiyor olduğunuz firmada (kurumda) yaratıcılığı hâkikaten özendiriyor musunuz? Kendinize karşı dürüst olun lûtfen! Eğer cevabınız “hayır” ise niçin?
Bu konu burada bitmez; daha üzerinde konuşulması gereken yığınla yanı olduğu kuşkusuz. Fakat hemen, bu konuyu Ostim Gazetesi’nde daha önce yayınlanan yazılarımda sözünü ettiğim bir başka konuyla, ‘Türk firmalarının yurt dışında yatırım yapması konusuyla’ ilişkilendirmek istiyorum. “Rekabet gücü nasıl artar” sorusunun kendisi, rakipleriniz olduğunu söylüyor. Rakipleriniz varsa onlardan daha iyi olmak zorundasınız. Yaptığınız işi daha iyi yapmak zorundasınız. Kendinizi farklılaştırmalısınız. Rakiplerinize kıyasla bazı üstünlüklere sahip olmalısınız. Üstelik konumunuzu koruyabilmek adına sürekli yenilenmeli, gelecek trendlerini öngörebilmeli, bu trendlerin gereklerine göre bir adım öne geçebilmelisiniz. Bu istikamette söylenebilecek yığınla sözün içine gizlenmiş ve aslında hepimizin bildiği, üstelik sürekli tekrarlan “yenilik” (inovasyon) kavramına geldik yine. Evet evet, eğer rekabet gücünüzü artırmak istiyorsanız yenilik üretebilmelisiniz. Nasıl peki? Tabii ki yaratıcı insanlardan oluşan bir firma (ya da kurum) oluşturarak… Çok ama çok rekabetçi bir firma olmak istiyorsanız eğer, bir “yaratıcılık mıknatısı” yaratmalısınız. “Eee peki dış yatırım bunun neresinde” diye soruyorsunuz şimdi de değil mi?
Ne demiş atalarımız: “İlim Çin’de bile olsa gidip alınız!” Dış yatırım konusu işte tam burada: Yaratıcılık, yenilikçilik, rekabetçilik nerede ise gidip “alacaksınız”. Satın alacaksınız! Parayı bastırıp alacaksınız. Firmaysa firma, adamsa adam, çevreyse çevre. Yaratıcı sınıf neredeyse siz de orada olacaksınız. Akademik literatürde buna “stratejik varlık arayan dış yatırımlar” deniyor.
Fakat, bununla da kalmayacaksınız: Kendi firmanızın (kurumunuzun) içine yaratıcılığı yeşerten bir hava üfleyeceksiniz. Çevrenize yaratıcı, bilgili ve girişimci insanlar toplayacaksınız. “Gidip Çin’den aldıklarınızı” hâkikaten kullanabilir hâle gelmek için bunu yapmak zorundasınız. Biliyorum bu işler kolay değil. Kolay olsaydı herkes yapardı zaten. Ama unutmayalım: Refahı üreten insanın ta kendisi. Herşeyi insan yapıyor. İsrail’de çölü ormanlaştıran da insan, Türkiye’de ormanı çölleştiren de.
İsterseniz, önce adını verdiğim kitapları okuyun. Sonra? Sonrası sonraki yazılarda…
Bu yazı ilk kez Ostim Gazetesi’nin Temmuz 2011 sayısının 16. sayfasında yayınlanmıştır.